O o'cu, şu bu'cu, Ahmet A partili, Mehmet B'liymiş... Şart mı böyle etiketler yapıştırmak insanların üstüne? Sadece siyaset için söylemiyorum bunu. Biriyle tanıştığımız zaman bile sorulacak ilk soru bellidir. "Nerelisin?" Özeleştiri yapmak gerekirse, kendimle ilgili olarak hala düzeltmeye çalıştığım, yanlış bulduğum bi yönümdür. Biriyle tanıştığımda ona hemen nereli olduğunu sorma içgüdüsü. Evet niyet önemli tabi ama yine de bilinçaltı diye bi şey var ki bilinçaltımda bi yerlerde insanları doğdukları, büyüdükleri şehirlere göre değerlendirme önyargısına sahip olma ihtimalim bile beni korkutmaya yetiyor. Kurtulmam gerek.
Bu sorulan meşhur soru için bile bu kadar düşünürken ben, bi yandan aklıma insanlara yapıştırdığımız etiketler geliyor ki durum içler acısı. İnsanların fikirleri ve bu fikirlere bağlı olarak kendilerine benimsedikleri hayat tarzı veya peşinden gittikleri belli bir topluluk olmasından doğal ne olabilir? Evet çok uç fikirler de olabilir, tamamen karşıt düşünceyi besliyor da olabiliriz ama bu o insanları eleştirme hakkını verir mi bize, bana? En kötüsü de ne biliyor musunuz? Bu şekilde düşünüp daha sonra bazı noktalarda -ama yani bu da.. desem bile- kendimle çeliştiğimi görmek. Yok yok bir derece daha kötüsü var sanırım; kendini eleştiremeyecek kadar kör olmak. Ama bu konuyu daha sonra yazarım, karıştırmayalım (:
Yani, diyorum ki, boşversek. İnsanlar kimseye zarar vermediği sürece kendi içlerinde kendilerine özgü hayatlarını yaşasalar, fikirlerini benimseseler. Biz de bu fikirlere katılmadığımızı -onaylamadığımızı demiyorum bakın o bile bir yargılama biçimidir- ama saygı duyduğumuzu belirtebilsek. Artvin'lidir, X partilidir, Galatasaraylıdır, İtalyandır mesela ya da Fenerbahçelidir, ama herkes her şeyden önce İNSANdır.
Eveeeeet bu konunun ne kadar dipsiz olduğunun farkındayım. Ama gece gece yine düştü aklıma düşünceler. Yazmadan duramadım.
Ben dahil hepimizin eksikleri var. Eksikler, yanlışlar iyidir. Kafa yoracak, onaracak, ekleyecek şeylerimizin olduğunu gösterir. Dediğim gibi, asıl kötü olan şey, insanın kendinin farkında olmamasıdır. Eğer bu yazıyı okuduysanız ve okuduktan sonra kendi içinize dönüp bir kez bile düşünüp eksiklerinizi farkedip-benim yazarken olduğu gibi- kendinizi onarma hevesiyle dolduysanız ki bu ihtimal bile beni gülümsetmeye yetiyor, amacıma ulaşmışım demektir. Esenlikle kalın :p
23 Ocak 2013 Çarşamba
21 Ocak 2013 Pazartesi
Tam da geçiş sürecindeyken, yeni bir döneme girdiğimi hissettim ve: "Yazmam gerek."
Yavaş yavaş anıları topluyorum beynime.. Korkuyorum kaybolacaklar diye.. Ve şimdi eşyaların sadece eşya olmadıklarını daha iyi anlıyorum. Bir dolap sadece bir dolap değil. Salondaki TV'miz sadece bir TV değil. Masamız sadece bir masa değil. Kahvaltı masamız mesela; saatlerce süren kahvaltılarımız, masa başı sohbetlerimiz: Anılarımız..
Eşyalara bağlanmak diye bir şey gerçekten var ki şuan hissettiklerim bunun en büyük kanıtı. Yoksa bir dolap çıkarken evden niye gözleri dolar bi insanın? Özellikle bu dönem çok farklıydı benim için, her anlamda. Yalnızdım evet. Hem içimde hem evde hem sokakta hem sınıfta.. Kimseye anlatamadığım, anlatmak istemediğim düşüncelerle geçti. Kendimden bile uzaklaştığım zamanlarım oldu. N'oldu şimdi? Geçti gitti bitti.
Ben belki yine 4 saatlik Siestalar yapıcam ama bununla dalga geçicek bi Hatice olmıcak yanımda :( Yine arkadaşlarım olucak ama hiçbiri onlar kadar güzel saçmalamıcak. Abartmıcak. Ben de söylenemicem.. Belki de kimse ablam kadar kızmıcağı için hiç bu kadar dağınık olamıcam. Ama en önemlisi, özlicem. Çok özlicem..
Bu evi Almanya'ya giderken bırakıyorum ve döndüğümde ne bu eşyalar burda olcak, ne de ailem olarak bellediğim bu insanlar.. Belki de bu yüzden bu kadar zor benim için gitmek. Döndüğümde onları burda bulamıcağım için. Evimize geldiğim ilk günleri, Yonca'yla yaptığım ilk kahvaltıyı, Mustafa'larla Gedikli'de ilk oturuşumuzu ve İsmet'lerin bize geldiği günü ve ilk tanışmamızı klişe ama gerçekten dün gibi hatırlıyorum. Hiç bitmicek bi süreç gibiydi ama bitti 2.5 yıl. Belki de en zoru bitmemiş bi dönem içinde bitirmek zorunda kalmak. Hepsinin hayatında yeni bi süreç başlarken, ben aynı dönem içinde yeni bi dönem başlatmak zorundayım. Biliyorum hepimiz çok özlicez, çok arıycaz birbirimizi.
Eşyalar tamamen gittiğinde, yarın bu ev bomboş olcak. Anılarımız da gidecekmiş gibi hissediyorum. Benim içimde de kocaman bi boşluk olcak o zaman. Asla dolmayacak bir boşluk..
Eşyalara bağlanmak diye bir şey gerçekten var ki şuan hissettiklerim bunun en büyük kanıtı. Yoksa bir dolap çıkarken evden niye gözleri dolar bi insanın? Özellikle bu dönem çok farklıydı benim için, her anlamda. Yalnızdım evet. Hem içimde hem evde hem sokakta hem sınıfta.. Kimseye anlatamadığım, anlatmak istemediğim düşüncelerle geçti. Kendimden bile uzaklaştığım zamanlarım oldu. N'oldu şimdi? Geçti gitti bitti.
Ben belki yine 4 saatlik Siestalar yapıcam ama bununla dalga geçicek bi Hatice olmıcak yanımda :( Yine arkadaşlarım olucak ama hiçbiri onlar kadar güzel saçmalamıcak. Abartmıcak. Ben de söylenemicem.. Belki de kimse ablam kadar kızmıcağı için hiç bu kadar dağınık olamıcam. Ama en önemlisi, özlicem. Çok özlicem..
Bu evi Almanya'ya giderken bırakıyorum ve döndüğümde ne bu eşyalar burda olcak, ne de ailem olarak bellediğim bu insanlar.. Belki de bu yüzden bu kadar zor benim için gitmek. Döndüğümde onları burda bulamıcağım için. Evimize geldiğim ilk günleri, Yonca'yla yaptığım ilk kahvaltıyı, Mustafa'larla Gedikli'de ilk oturuşumuzu ve İsmet'lerin bize geldiği günü ve ilk tanışmamızı klişe ama gerçekten dün gibi hatırlıyorum. Hiç bitmicek bi süreç gibiydi ama bitti 2.5 yıl. Belki de en zoru bitmemiş bi dönem içinde bitirmek zorunda kalmak. Hepsinin hayatında yeni bi süreç başlarken, ben aynı dönem içinde yeni bi dönem başlatmak zorundayım. Biliyorum hepimiz çok özlicez, çok arıycaz birbirimizi.
Eşyalar tamamen gittiğinde, yarın bu ev bomboş olcak. Anılarımız da gidecekmiş gibi hissediyorum. Benim içimde de kocaman bi boşluk olcak o zaman. Asla dolmayacak bir boşluk..
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)