30 Eylül 2013 Pazartesi

Eğitim Sistemimiz, sorunlarımız, azıcık gaza gelelim

 İçinde bulunduğumuz sıkıntılı durumlarda birilerini, bi şeyleri suçlamak adettir. Ama asıl yapıcı olan davranış çözüme yönelmektir. Çoktandır eğitim sistemimizdeki sıkıntılardan haberdarım tabiki Türkiye'de yaşayan her genç gibi. E biraz da okuduğum bölüm itibariyle. Neyse ki çözüme yönelmeye başlıyorum yavaş yavaş oturduğum yerden hayıflanmak yerine. Artık sisteme saydırmayı bıraktım mesela :) Çünkü gördüm ki çocuklarımın değişim bekleyen öğretmenlere değil değişimi yaratan öğretmenlere ihtiyacı var.
 Eğitim sistemimizin sorunlarından bahsetmek çok da gerekli değil sanıyorum. Zaten bu satırlara kadar okumaya devam ettiyseniz, konu ilginizi çekmiştir ve az çok haberdarsınızdır. Ama "bizim eğitim sistemi hep ezberci yeaaaa" gibi klişe fikirlerle gelmiyoruz diy mi? Lütfen :)
 Hep "Türkiye'de neden İngilizce iyi öğretilemiyor/öğrenilemiyor?" sorusuyla karşı karşıya kalıyoruz ama dönüp eğitimin farklı branşlarına da baktığımız zaman sorunun hepsinin veya büyük kısmının sadece İngilizceyle alakalı olmadığını farkedebiliriz, farketmeliyiz.
 Sistem sorunlarına girmiyim demiştim ama çok kısa bahsetmek istiyorum. Nedir bizim eğitimimizin bütün branşlarına yayılan sorun peki? Daha doğrusu nedir temelinde yatan asıl sebep? Ben devlet tarafından yeterli desteği maalesef alamamamıza bağlıyorum. Maddi ve manevi. Maddiyat büyük ölçüde etkiliyor tabi bu durumu. Fiziksel şartlar olsun, kaliteli kaynak sağlanamaması olsun.. Ama demek istediğim, bu sorunlar yıllardır var. N'apcaz peki biz, devletten yardım dilenip ahlanıp vahlanmaya devam mı etcez? Öyle düşünüyorsanız üzgünüm ama büyük ihtimalle mesleğinizin ilk yılından bütün azminizi, heyecanınızı yitireceksinizdir, çok büyük ihtimalle. Çünkü o destek hiç gelmeyecek. Ki hepimizin yakından tanıdığı bildiği bir duygudur, mesleğe başlandıktan sonraki bi kaç yılda kaybolan meslek aşkı. 
  Fark yaratmak asıl amacımız olmalı. Bulunduğumuz şartlar içerisinde maalesef bu çok zor ve çok yorucu olabilir. Ama öğretmenliğin, eğitime yenilik getirmenin kolay olduğunu da kimse söylemedi.(Söyleyenler var ama biz duymayalım.) Maalesef Türkiye'de iyi öğretmen olabilmek için fark yaratmak zorundayız. Çünkü tipik öğretmen modelinin ne şekilde olduğunuz hepimiz biliyoruz, sanırım.
  Bütün bu güzellikleri yapabilmek için tecrübe gerekir tabiki. Belki günümüz zorluklarıyla baş etmeye çalışan öğretmen bir arkadaş bu satırları okusa benim gibi öğretmen adayına "ah ah gel benim yerime de görücem seni" tarzı cümlelerle beni bekliyor olabilir, haklı da olabilir, ama ne diyebilirim ki umarım bu heyecanım hiç gitmez de hayallerimi gerçekleştirebilirim.
  Yine bunları hayata geçirebilmek için öğretmenliğe adım atmamız gerekir öncelikle çünkü kitaplardan öğrenilecek şeyler değil sınıfta pıtır pıtır bi öğretmen olup, enerjisini en iyi şekilde kullanıp öğrencileri için en iyi öğretme stilini uygulamak. Ama biz öğretmen adayları en azından kendi branşımızda yeterli bilgiyi edinmeye çalışıp, kendimizi pratikten önceki evrede geliştirmeye çalışabiliriz-ki biz ingilizce öğretmen adaylarının bu konuda çok daha şanslı olduğunu düşünüyorum. Çünkü dil öğrenmek için bir çok eğlenceli yol mevcut.
 Bu böyle motivasyon yazısı oldu. 

To be contunied... e
fenim (:

7 Temmuz 2013 Pazar

Erasmus Gossip :)

 Üç ay üç gündür Almanya'dayım. Biliyorum çok beklediniz adam gibi bi yazı. (hepi topu kaç takipçim var ise artık) Üç aydan çok fazladır burdaymışım gibi hissediyorum. Burdaki yaşam şartlarına çok alıştım doğrudur ama bu kadar alışmışken bi yandan da hep Türkiye'ye dönmek istedim.
 Tipik bi erasmuslu olmadığımı düşünüyorum. Bu da bi itiraf olsun. Evet hep Türkiye'yi istedim. "Eline geçmicek fırsat, tadını çıkar kızım, erasmus bu yaa, boşver zaten dönceksin, sorunlar olur hep." lafları eşliğinde hayatımı sürdürdüm 3 aydır :) Evet çok haklılar da kabul ediyorum.
 Erasmus denilince hep " ee anlat hadi değişik anıların yok mu?" diye sorasım gelirdi. Şimdi kendime soruyorum. Var var olmaz mı.
 Almanya dışına çıkmadım hiç geldim geleli. Yol arkadaşı bulamadım kendime :( Bi de ders sorunu var tabi. Arkadaşlar Almanya'da İngilizce Bölümü okuyosanız devamsızlık hakkınız sadece 2dir. O yüzden bence Kassel üniversitesi'ne gelmeyedebilirsiniz :) Ama neyse ki dersler çok faydalı. Yurtdışı gezisi için en az bir hafta gerekliydi ve benim okulu kırmam imkansızdı eh çok da gezi seven biri olmadığımdan takılmadım açıkçası. Almanya içinde Berlin,Dresden,Stuttgart,Hannover, Frankfurt ve bi kaç küçük şehir gezdim. (Almanların "village" diye bahsettiği.) Ki bence çook sevimli şehirciklerdi onlar da :) Alman şehirleri birbirinden çok farklı değil açıkçası. Şehrin merkezinde bir Hauptbahnof, çok güzel bir çevre düzenlemesiyle bi kaç park. Ve bi sürü tarihi bina. Kassel de Almanya'nın çok eski şehirlerinden biri. Bi bina görüyorum mesela aaaa ne güzel diyorum ne kadar eski ve ne güzel bi mimarisi var. Sonra bi bakıyorum "Apotheke"(Eczane) O an yıkılıyorum arkadaşlar... Kendi ülkem geliyo aklıma. Hep aynı binalar. Aynı apartmanlar. Sıkıcı. Yaratıcılıktan, farklılıktan çokça uzak..
 Neyse Erasmus Gossip dedik di mi konuda sapmayalım. Öncelikle en sevdiğim grubun Fransızlar olduğunu söylemeliyim. Hepsi çok sıcakkanlı, samimi ve arkadaş canlısı arkadaşlar. Onun dışında her milletten güzel arkadaşlıklar kurduk. İtalyanlar ve İspanyollar hariç! Onlar kendi aralarında bi grup kurmuşlar :) Ve başka hiçbir kimseyle arkadaşlık kurma derdinde değiller. Özellikle İspanyollar. Sürekli ispanyolca konuşuyolar. Yani düşünüyorum. Ben de çok parti parti gezen tipik bi erasmuslu değilim daha önce söylediğim gibi. Ama her ülkeden arkadaşlık kurabildiysem ve italyan ve ispanyolların hiçbiriyle 3 aydır tek bir kelime etmediysek ... Devam edemiciim :) Başka ülkelerden insanlardan da duydum bu arada bu fikirleri. Aramızda :p Neyse nerdeyse 1 ayım kaldı burada. Ama çok farklı şeyler gördüm. Çok komik anlar yaşadım. Bazen çok sıkıldım yanlız hissettim. Ama son 1 ay olduğundan mıdır nedir her şey daha bi güzelleşmeye başladı :)
  Almanlardan da bahsetmeden edemiciim. Almanların söylenenin aksine soğuk değil bilakis gayet sıcak olduklarnı düşünmüşttüm ilk geldiğim günlerde.. Daha sonradan soğukluk değil ama bazı garip özelliklerini farketmedim değil :) Genele yayamam ama çoğunluğa yayabilirim hihihi :) Bunu da garip olarak adlandırmak ne kadar doğru bilemem ama kültürleri öyle tabi. Çok bireyci yaşıyolar. Hep bir sınırları var. 3 aydır aynı evde kaldığım Alman arkadaşlarımla bile hala bi mesafe var anlayamadığım. Bu da kültür farkı tabi ki. Ama soğukluk değil be ya :) Her ne ise bahsederken gerçekten kültür farkı olduğunun altını çizmek gerek çünkü onların da bizim neden bu kadar iç içe, sıcak olduğumuzu anlayamadıklarını biliyorum :)

Bugünlük bu kadar :) Bu arada erasmus yapamadığı için çok üzülenler; bence değişim programları için de en iyisi en güzeli Erasmus evet, ama burda gördüm ki kesinlikle erasmus tek seçenek değil bunlar için. Bizimle her türlü etkinliğe katılan ama internshipte olan veya sadece ülkesinden gelip gruplarımıza katılıp o şekilde aramıza katılanlar da var. Yeter ki Türkiye sınırı dışına çıkın gerisi kolay.

27 Haziran 2013 Perşembe

Nedir aradığım?


Modlar değişir bazen hafta hafta, bazen günden güne, bazense 5 dk içinde. Ama nasıl? Hiç anlamam. Yerim kendi kendimi. N'oldu şimdi ne güzel gülüyoduk. Bu psikoloji öyle her tarafı delik bi balon ki. Neyin sonucu neyin sebebi olacak bilemiyorum. Sanırım beni yoran da bu düzene karşı çıkmak. Sorgulamadan, karambole yaşamayı bilmek gerek. Ama öğrencem azimliyim :)

17 Mayıs 2013 Cuma

Geldin geleli en çok kurduğun cümle, deseniz; "In English, please!" derim (:

Erasmus, geçici değişiklik, bir şeyler yazayım derken daha önceden yazıp yayınlamadığım bu yazımı hatırladım. 2 Nisan'a aittir. Buyrunuz;

Her ne kadar yazmaya başlamak için geç kalmış olsam da bi yerden başlamak gerek diye düşündüm ve aldım klavyeyi elime. Almanya’daki 3.günüm. Şimdi uzun uzun geldiğim ilk andan itibaren başımdan geçenleri yazmak istiyorum.
 İlk önce daha Sabiha Gökçen havaalanındayken valizlerim kaç kilo çıkacak fazla çıkmasa bari korkusu sarmıştı beni. Daha önce uçağa binmediğimden, check-in nasıl yapılır pasaport kontroluymuş oymuş buymuş hiçbirinden haberim yoktu. Neyse gider gitmez elimde valizlerle check-in sırasına girdim. Ama nasıl korkuyorum 30 kiloyu aşarsam diye. Neyse bi kuyruktan sonra sıra bana geldi ve toplamda 28.blabla kiloyla valizlerimi verdim. Daha sonra pasaport kontrolüne gitmem gerektiğini öğrendim görevli bayandan. O nerde yapılır diye gs store’da çalışan adama sorayım derken onun yanındaki benim gibi yolcu olan bi adam benimle gelin birlikte gideriz dedi. Eh iyi dedim rahatladım biraz. Ama daha erken olduğu için hemen girmeyn içeriye sıkılırsınız dedi adam. E neyse bekleyelim bari diye düşündüm. Kahvaltı yaptınız mı diye sordu bana. Yapmamıştım tabii :) Kahvaltı yaptık. 
Neyse sonra uçağa bindik. Benim koltuğum 28 C idi ve cam kenarı diye çok sevinmiştim. Ne de olsa uçaktaki ilk yolculuğumdu bu. Ama maalesef koridordu :( Neyse uçağa bindik bende hiçbir korku heyecan yok uçak yolculuğuna dair sadece bi merak var tabii. Sun Express’le uçtum ve hostesler de uçak da çok güzeldi vallahi J Uçak havalandııııı ve kalkış yaptık değişikti güzeldi :) Neyse 3 saatlik bir yolculuğun ardından Frankfurt’a iniş yaptık. Uçağın kapısına kadar Alman polisler gelmiş pasaport kontrolü için! Bi adam hostese “ne gerek var buna?” dediğnde hostes Alman polislerin Türk uçaklarına bazen böyle kontroller yaptıklarını söyledi. Sıra bana geldi ve Alman polis ne için geldiğimi sordu erasmus dedim nereye dedi Kassel’e dedim. “Good!” :) dedi ve geçtim. Bu arada polisler Morgen Morgen diyip durdu bütün yolculara. Şaşırdım tabii Türkiye’de insanlar birbirine selam vermekten aciz olduğundan :/ Neyse daha sonra içerde pasaport kontrolüne geçtikten sonra valizleri aldım ve Kassel’e doğru trene binmek için yol aldım. Neyse ki herkes İngilizce bilyordu ve  bi kadın gördüm. Singapurlu olduğunu söyledi ve bana bilet almaya kadar her konuda yardımcı oldu. Birlikte biletimi aldık ve işaretleri izleyerek perona geçtim. Treni beklerken oturdum ve tam o anda yeni hayatımın başladığını hissettim. “Oh be. ÖZGÜRLÜK!” diye bağırasım geldi (: İngilizce olarak herkesle anlaşabilmenin, işlerimi halledebilmenin mutluluğu bi yana tek başıma halledebilmiştim bunları. Herkes hallediyordu tabi ama insanın kendi kendine bi şeyler yapabildiğini görmesi gerçekten çok güzel. Neyse tren geldi bindim. Frankfurt Main Station’da indim ordan da Kassel HBF’ye gidecektim. Orada Kassel’li olduğunu öğrendiğim bi kız bi erkek öğrenci gördüm. Onlarla muhabbet ettim hem de aynı trene bineceğimizden bana yardım ettiler perona giderken. Erasmus için geldiğimi filan konuştuk . Daha sonra trene bindim yeniden ve bi çocuk oturalım diye 3müze seslendi “Madam” diye. Bi şeyler söyledi Almanca. Ben de “In English,please.” Dedim. Yanımdaki Kassel’li kız “ı think you can speak each other in Turkish!” dedi. Döndüm çocuğa Türk müsün? Diye sordum o da evet dedi ama şaşırmıştı J Aaaa dedim neyse kızla erkek arkaya geçtiler ben Nizar’la oturdum. Nizar’dı adı. Mardin’liymiş Ama Almanya’da doğmuş büyümüş onunla baya muhabbet ettik. Daha sonra o Hessen’de indi ben yoluma devam ettim. Daha sonra yol bitti trenden indim ve arkamda Türk aile gördüm hemen telefon etmem gerektiğini söyledim. Ali’yi aradım o karşılayacaktı çünkü beni. 20 dkya geleceğini söyledi. Türk Aile’ye teşekkür ettim istasyon çıkışına kadar muhabbet ettik. Amca çok tatlıydı J Oğluna görüşn flan dedi ama çocuk takmadı yanında kız arkadaşı vardı ondan bence heheh :) Neyse ben Burger King2in önünde beklemeye koyuldum Aliyi. Daha sonra Ali geldi onunla da feyste tanıştığımızdan yüzyüze ilk kez görüyordum. Beni bi hotele yerleştirmek için yardıma gelmişti. Çünkü 1 nisandı ve paskalya tatili olduğundan öğrenci işleri kapalıydı. Oraya yakın bi yerde NovaStar Hotel diye bi yerde günlüğü 47 euro ya bi oda kiraladım. Çok pahalıydı evet :( ama ucuzunu araştırma imkanım yoktu. Neyse oda da güzeldi. Yerleştim ve internete gireyim hemen derken şifreli olduğunu gördüm koştum hemen resepsiyona ama tatil olduğundan kadın çoktan gitmişti. Ama anneme de bi şekilde haber vermem gerekiyordu. Napayım derken çıktım dışarıda telefon arıyorum. Heryer kapalı sokaklar ıssız. Bi ara ağlıcaktım nerdeyse :( Napıyorum burada ben! Dedim. Neyse bi telefon kulübesi gördüm annemi aradım hemen sesini duyar duymaz içime bi şey oturdu o da benim sesimi duyunca yavruuum dedi ve sesi değişti hemen ağlıcaktı. Ve telefonu kapattıktan sonra ağladığına eminim :) Neyse annemle 2.5 dk kadar konuştuk durumu anlattım merak etmemelerini söyledim. Babam da annemi kandırmış bu arada Büşra beni aradı diye :) Merak etmsin annem diye Neyse döndüm otele uyudum sabaha kadar. Bu arada karnım da çok açtı ve yicek hiçbir şey yoktu. Uçakta verilen tavuk jambonlu sandviçten başka. Onu da sonra yerim diye yememiştim otelde tadına bakıyım dedim ama iğrençti. Daha sonra domuz etli olduğunu fark ettim! Ertesi gün sabah oldu ve ben 24 saattir açtım :( Aşağı indim hemen internet şifresini aldım kızdan annemle camda konuştum filan. Sonra hemen bi sokak yukardak öğrenci işlerine gittim ödememi yaptım yurt anahtarını almak için. Buradaki sistem çok garip. Öğrenci işlerinin görevlendirdiği bir adam bana yurdu göstermekle yükümlüymüş. Arabayla yurduma götürdü beni yurtta ihtiyacım olan şeyleri tanıttı ve anahtarı teslim etti. Odam çok güzel :) Tek başıma kalıyorum. İçinde bir lavabo var mutfak tuvalet banyo diğer öğrencilerle ortak. Neyse daha sonra buradaki bir diğer erasmus öğrencisi olan İsmail’in yanına gittim. Onunla takıldık biraz. Sonra yurduma döndüm. Sokakları karıştırdım otobüsten bi durak önce indim :) Aradım durdum ama sonunda buldum. Sonra akşam tekrar internetle ilgili bir işi halletmek için İsmail’in ynına gittim dönerken otobüsün 8den sonra geçmediğini öğrendim. Tramvayla gelmem için de başka bir durakta inip yürümem gerekiyordu ve ben bilmiyordum yolu napcam derken bi dönerci gördüm girdim içeri saat 8 buçuk filan. Anlattım derdimi onlar da yurdumun olduğu sokağı yani Kohlenstrasse’yi bilmediklerini söylediler ama navigasyondan baktılar baktılar yardım etmeye çalıştılar. Emin olmamakla beraber bi cevap vediler. Götürelim seni dediler ama işleri vardı zaten yok ben giderm dedim. Bak kaybolma, dediler yok yok teşekkürler dedim ama hava kararmıştı ve ben korkuyordum. Üstelik Kasselde herkes ing bilemeyebilyodu neyse tramvay durağına giderken birilerine ing derdimi anlatmaya çalıştım onlar da sokağı bilmediklerini söylüyorlardı derken “how can i help u?” diye iki çocuk geldi. Amerikanmışlar! Şehir haritaları vardı açtılar gece olduğu için zor olmakla beraber bulduk sokağı ve tramvay 3 no ile gidebileceğimi söylediler. Neyse tram durağına gittim bi amcaya sordum ing yoktu tabi onda almanca anlatmaya çalıştı tuhaftır anladım :) bindim 3 noya. Otobüste kız ve erkek vardı onlara sordm Kirchwigde inip yürüyeblceğmi bana yolu göstereceklerini söylediler. İndik Kirchwigde amca kız erkek ve ben :) Amca tramvay boyunca almanca bi şeyler söyledi ben no german diyorm anlamıyo :D arkada çocukla kız kıkır kıkır gülüyolardı neyse onlar bana yolu tarif etti güç bela o karanlıkta geldim yurduma. Ama nasıl rahatladım. Çok korkmuştum :(




18 Mart 2013 Pazartesi

O biiiiiiiiiiiiiir...

 Herkesin var mıdır acaba böyle arkadaşları, dostları? Varsa madem ben neden kendimi böyle özel hissediyorum? Tegv'de gönüllü olduğum o anı hayatımın en önemli anlarından biri olarak kabul ediyorum. Belki abartı bulacaksınız ama dönüm noktalarımdan birisi bile olabilir. Bu hayatta yaşadığımız bütün iyi kötü olaylar bize tecrübe olarak dönüyorsa eğer, ben en güzel en mutlu anlarımı Tegv'de yaşadım. Bazen çocuklarla, bazen gönüllü arkadaşlarımla.

  İnsan parçası olduğu topluluğu iyi tanımalı. Bu Tegv gibi bi vakıf olabilir, bi arkadaş ortamı veyahut daha farklı bi kalabalık olabilir. Ama Tegv gibi, amacı; çocuklar üzerinde olumlu etki bırakmak olan bi vakfın üyeleri de bi o kadar güzel insanlar oluyo diye düşünüyorum.

  İşte bu yazıya ilham kaynağım olan çocuğu da orda tanıdım ben :) Ne zaman tanıştık, nasıl kaynaştık -tuhaftır ki hiç hatırlamıyorum. Tuhaftır çünkü normalde hayatımda önemli yeri olan insanları ilk ne zaman gördüğümü, nasıl tanıştığımı çok net hatırlarım. Neyse, içinde hem küçücük bi çocuk hem de kocaman bi adam barındırdığına inandığım bi insandır o. Her şeyi anlatabileceğim, ne zaman başım sıkışsa, konuşmak istesem, psikolojimi en iyi anlayan arkadaşlarımdandır o. Hemen benim moduma girer ve çıkarır beni melankolik modumdan :)

  Eğer yokluğunun büyük eksiklik yaratacağına inandığınız insanlar varsa hayatınızda şanslısınızdır. Ben de onu tanıdığım, onun hayatında yer bulabildiğim, ona hayatımda yer verebildiğim için kendimi çok mutlu ve şanslı hissediyorum. İyiki doğdun Gaziiiiiiii iyiki varsın :)

16 Mart 2013 Cumartesi

İhtiyaç


"Her ayrılık aynı yalnız, kişiler başka.." diyor Sezen.. Katılmamak elde değil. Her canım sıkılınca bu şarkıyı dinlerim. Dinlerim dinlerim de tekrar tekrar aynı dertlere düşüp her defasında "geçer geçer.." demek de insana özgü bir şey olsa gerek. Sonra daha büyük dertleri anımsarım, anımsatırlar..

Yayın?



Anlayamazsın,
Ne olduklarını.
Bu yüzden; önce bak.

Bilemezsin,
Ne hissettiklerini.
Bu yüzden; önce dinle.

Göremiceksin hiçbir zaman,
Neler yaşadıklarını,
Çözemezsin hiçbirini,
İnemezsin derinlerine,
Bu yüzden; asla yargılama.

22 Şubat 2013 Cuma

Anlamlandırma çabaları


    Bu ne çelişki yau? Hem doğduğumuz günden itibaren aile en büyüktür, aile en önemlidir, aile en yakındır laflarıyla büyütülüyoruz, ailemizi en önemli bi parçamız haline getiriyoruz sonra da yaş oldu mu 17-18 hooop yuvadan uçuyoruz. Üniversiteye geldiğim ilk yıl aklım yeniliğe ayak uydurmakla meşguldü. Ama daha sonrasında hep düşündüm. Neden neden neden? Neden bu kadar çok çalışıyoruz? Neden parayı araç yerine amaç haline getirmişiz? 

  Gerçekten bi köyde veya böyle küçük bi şehirde büyüyüp, kendi yağımızla kavrulup ölene kadar anne babamla olabileceğim zamanları az dilemedim şu güne kadar. Çünkü çok sıkıldım mesafelerden, sürekli özlemekten, sürekli daha çoğu, daha iyiyi istemekten. Sürekli özlemlerimle boğuşmaktan sıkıldım. 

 Acı çekmek büyütür evet ama bu acıya değer mi diye düşünürüm hep? 60-70ime ulaşabilirsem, o zamanda n'apmışım, ne uğruna? demekten korkarım hep.

 Ben yine derin düşüncelere dalabildim birazcık. Okuyup da kimsenin içinin kararmamasını diliyorum, çünkü enerji bulaşıcıdır. Esen kalın efendim :)

23 Ocak 2013 Çarşamba

İnanırsak olur bence

   O o'cu, şu bu'cu, Ahmet A partili, Mehmet B'liymiş... Şart mı böyle etiketler yapıştırmak insanların üstüne? Sadece siyaset için söylemiyorum bunu. Biriyle tanıştığımız zaman bile sorulacak ilk soru bellidir. "Nerelisin?" Özeleştiri yapmak gerekirse, kendimle ilgili olarak hala düzeltmeye çalıştığım, yanlış bulduğum bi yönümdür. Biriyle tanıştığımda ona hemen nereli olduğunu sorma içgüdüsü. Evet niyet önemli tabi ama yine de bilinçaltı diye bi şey var ki bilinçaltımda bi yerlerde insanları doğdukları, büyüdükleri şehirlere göre değerlendirme önyargısına sahip olma ihtimalim bile beni korkutmaya yetiyor. Kurtulmam gerek.

   Bu sorulan meşhur soru için bile bu kadar düşünürken ben, bi yandan aklıma insanlara yapıştırdığımız etiketler geliyor ki durum içler acısı. İnsanların fikirleri ve bu fikirlere bağlı olarak kendilerine benimsedikleri hayat tarzı veya peşinden gittikleri belli bir topluluk olmasından doğal ne olabilir? Evet çok uç fikirler de olabilir, tamamen karşıt düşünceyi besliyor da olabiliriz ama bu o insanları eleştirme hakkını verir mi bize, bana? En kötüsü de ne biliyor musunuz? Bu şekilde düşünüp daha sonra bazı noktalarda -ama yani bu da.. desem bile- kendimle çeliştiğimi görmek. Yok yok bir derece daha kötüsü var sanırım; kendini eleştiremeyecek kadar kör olmak. Ama bu konuyu daha sonra yazarım, karıştırmayalım (:

  Yani, diyorum ki, boşversek. İnsanlar kimseye zarar vermediği sürece kendi içlerinde kendilerine özgü hayatlarını yaşasalar, fikirlerini benimseseler. Biz de bu fikirlere katılmadığımızı -onaylamadığımızı demiyorum bakın o bile bir yargılama biçimidir- ama saygı duyduğumuzu belirtebilsek. Artvin'lidir, X partilidir, Galatasaraylıdır, İtalyandır mesela ya da Fenerbahçelidir, ama herkes her şeyden önce İNSANdır.

   Eveeeeet bu konunun ne kadar dipsiz olduğunun farkındayım. Ama gece gece yine düştü aklıma düşünceler. Yazmadan duramadım.

  Ben dahil hepimizin eksikleri var. Eksikler, yanlışlar iyidir. Kafa yoracak, onaracak, ekleyecek şeylerimizin olduğunu gösterir. Dediğim gibi, asıl kötü olan şey, insanın kendinin farkında olmamasıdır. Eğer bu yazıyı okuduysanız ve okuduktan sonra kendi içinize dönüp bir kez bile düşünüp eksiklerinizi farkedip-benim yazarken olduğu gibi- kendinizi onarma hevesiyle dolduysanız ki bu ihtimal bile beni gülümsetmeye yetiyor, amacıma ulaşmışım demektir. Esenlikle kalın :p

21 Ocak 2013 Pazartesi

Tam da geçiş sürecindeyken, yeni bir döneme girdiğimi hissettim ve: "Yazmam gerek."

   Yavaş yavaş anıları topluyorum beynime.. Korkuyorum kaybolacaklar diye.. Ve şimdi eşyaların sadece eşya olmadıklarını daha iyi anlıyorum. Bir dolap sadece bir dolap değil. Salondaki TV'miz sadece bir TV değil. Masamız sadece bir masa değil. Kahvaltı masamız mesela; saatlerce süren kahvaltılarımız, masa başı sohbetlerimiz: Anılarımız.. 

  Eşyalara bağlanmak diye bir şey gerçekten var ki şuan hissettiklerim bunun en büyük kanıtı. Yoksa bir dolap çıkarken evden niye gözleri dolar bi insanın? Özellikle bu dönem çok farklıydı benim için, her anlamda. Yalnızdım evet. Hem içimde hem evde hem sokakta hem sınıfta.. Kimseye anlatamadığım, anlatmak istemediğim düşüncelerle geçti. Kendimden bile uzaklaştığım zamanlarım oldu. N'oldu şimdi? Geçti gitti bitti. 

  Ben belki yine 4 saatlik Siestalar yapıcam ama bununla dalga geçicek bi Hatice olmıcak yanımda :( Yine arkadaşlarım olucak ama hiçbiri onlar kadar güzel saçmalamıcak. Abartmıcak. Ben de söylenemicem.. Belki de kimse ablam kadar kızmıcağı için hiç bu kadar dağınık olamıcam. Ama en önemlisi, özlicem. Çok özlicem..

  Bu evi Almanya'ya giderken bırakıyorum ve döndüğümde ne bu eşyalar burda olcak, ne de ailem olarak bellediğim bu insanlar.. Belki de bu yüzden bu kadar zor benim için gitmek. Döndüğümde onları burda bulamıcağım için. Evimize geldiğim ilk günleri, Yonca'yla yaptığım ilk kahvaltıyı, Mustafa'larla Gedikli'de ilk oturuşumuzu ve İsmet'lerin bize geldiği günü ve ilk tanışmamızı klişe ama gerçekten dün gibi hatırlıyorum. Hiç bitmicek bi süreç gibiydi ama bitti 2.5 yıl. Belki de en zoru bitmemiş bi dönem içinde bitirmek zorunda kalmak. Hepsinin hayatında yeni bi süreç başlarken, ben aynı dönem içinde yeni bi dönem başlatmak zorundayım. Biliyorum hepimiz çok özlicez, çok arıycaz birbirimizi.
  
  Eşyalar tamamen gittiğinde, yarın bu ev bomboş olcak. Anılarımız da gidecekmiş gibi hissediyorum. Benim içimde de kocaman bi boşluk olcak o zaman. Asla dolmayacak bir boşluk..